SIĞLIK

Hepimiz bir yerlerde sıkılmış, sıkışmış durumdayız. Gelişine yaşıyor, doğduğumuz aile ve çevrenin eklentileri, görevleri, kimliklemeleri, sıfat tamlamalarıyla kafamızın içinde, kendimizi bulabilmek için tonla kavga ediyor ve arada sırada kendi adımıza verebildiğimiz kararları zafer sanıyor, zafer sayıyoruz. İçten içe hepimiz acziyetimizin farkındayız ama güya kuyruğu dik tutuyor çaktırmıyoruz. Sığlıktan yana şikayet ediyor, sığlıkta boğuluyoruz.

Huzuru, saf olabilmenin rahatlığını istiyor ama birbirimize karşı acımasız oluyor ve karşılıklı gard yükseltirken doğallığımızı, sevecenliğimizi köreltiyor, yalnızlaşıyoruz. Acı veriyor bu durum ama yine de yapıyoruz. Ölmeden öldürüyor, ölmeden öldürülüyoruz içimizde sevgi namına ne varsa. Oysa hiçbir endişe duymadan, omuz omuza verebileceğimizle mutlu ve kaygısız kahkahalar atıp, dünyalıların ne düşündüğünü umursamadan tüm şekilci yüzeyselliklerden sıyrılıp, birlikte başı dik, sadece neşenin gücüyle dünyaya kafa tutmak istiyoruz.

Sonunda hiçbir kazananın olmayacağı, sadece mutlu gülümsemelerin hazine olarak kalacağı sayılı günleri boşa harcıyor, anlamsızlık ile sadece zaman dolduran et yığınlarına dönüşüyoruz.

Ve işte tam da bu noktada içimden bir asi sesleniyor. Pes etmeme de izin vermiyor; bir umuttur halen iyi tarafı görmeyi, bu etten duvarların içindeki küçük çocukların sesini ve mümkünse şen kahkahasını duymayı istiyor.

Hesapsız, art niyetsiz, huzurlu ütopyayı istiyor…

Yorum bırakın