VARIM, VARSINIZ, VARLAR…

Höyüğün tepesinde durup İç Anadolunun o uçsuz bucaksız ovalarına yayılmış halı desenli pürüzsüz yüzeyine bakıyordum. Kulağımda kimin bestesi olduğunu bilmediğim bir piyano resitali, altın sarısı saçlarını rüzgarla aheste aheste bir o yana bir bu yana savuran başak tarlasını büyülü kılıyordu gözümde. Yeşil, açık yeşil ve sarının onlarca tonu arasına sıkışmış, yalnızlığa terk edilmiş bir kaç ağaç açmış kollarını kocaman rüzgarı ve kuşları kucaklıyordu. Huzurlu desem olmuyor, hüzün ağır basıyor zira. Ayağımın altında ki höyüğü düşünüyorum, kimbilir kimler yatıyor içinde. Hepsinin de üç aşağı beş yukarı hikayesi bize benzerdir kimbilir.

En büyük sancı belki de bu bilinmezliklerimiz. İnançlarla anlam ve açıklama bulup rahatlamaya çalışmalarımızda bu yüzden. Varım, varsınız, varlar? İyi ama niye? Din kitaplarının getirdiği açıklamalar yeterli gelmiyor belki de zihnime. Daha çok cevaba ihtiyacım var, daha mantıklı, daha gerçek, daha inandırıcı. Doğa ve dünya üzerindeki dengeye baktığımda, bir mikroskobun altındaki gözle görülemeyen canlıları hatırladığımda, moleküllerin ve atomların oluşturduğu şu kırışmış ve emektar elime baktığımda ya da pirinç tanesi kadar küçük bir örümceğin, objektifin içinden bakan onlarca gözünün içinde kendi yansımamı gördüğümde diyorum ki; “evet, ben varım ama aklımızda yaratılandan daha büyük bir Tanrı var.” Kimbilir nasıl ve nedenlerin cevabına, aklımızın çok üstünde gerçekliklerin varlığını işaret eden. Dinlerin insanlaştırdığı, insani duygular yüklediği gibi bir Tanrı olamaz imkânı yok…

Şu önümde uçsuz bucaksız ovalara rağmen daralıyor nefesim, hayır daralan nefesim değil aslında. Ruhuma, içinde sıkıştığı şu etten elbise dar geliyor. Beynimi zorluyor, görebileceği tüm gerçekliği bulsun ve sorgulasın diye…

Yoruluyor muyum evet. Höyükten aşağıya doğru koşar adım salıyorum kendimi, düşsem canım yanacak biliyorum ama biz insanoğlu mutluluktan bir halt anlamıyoruz ki zaten. Nedendir bilmem acı yaşarken daha çok varlığını hissediyor insanoğlu. O yüzdendir belki de hep acıdan ders çıkarışı… Mutluluğun tanımı bu yüzden herkeste farklı… Materyallere ya da bir nedene gereksinim duyuyor mutluluk. Oysa ihtiyacımız olan şey neşe. Büyürken törpülenen. Hani şu çocukken hiç olmadık zamanda kıkırdayıp, enerji dolduğumuz. İşte o bize Tanrı’nın verdiği güzel duygu. Zamanla toplum kuralları dediğimiz normlar içinde gömüp, soldurduğumuz ve sonra mutluluk diye ortaya yapayını koymaya çalıştığımız. Acı ve neşe. Şayet neşe de kaybedilmese daha çok varlığımızı hissedebilirdik. Kim olmamız gerektiğini söyleyen yapılar içinde, kim olduğumuz gerçeğiyle birlikte kaybolmazdık o zaman ve varlığımız anlamını bilirdi. İnsan insanı, insan canlıyı daha da önemlisi Tanrı’yı daha çok severdi…

Yorum bırakın